top of page
Ara
Yazarın fotoğrafıAv. Talat Irmak

SAĞLIK HUKUKU, BU ALANDA ÇALIŞMA YAPAN DERNEKLER, GÜNCEL GELİŞMELER VE SORUNLAR

1.GİRİŞ

Sağlık hizmetlerinden kaynaklı hukuki problemler, sağlık hizmetlerinden yararlananların daha da bilinçlenmesi, şikayet mercilerine ulaşabilmenin günümüzde daha da kolaylaşması sebebiyle son dönemde daha artmış bulunmaktadır.

Teknolojinin gelişmesi ile birlikte sağlık hizmetlerinin yaygınlaşması ve modernleşmesi yeni hukuki ve etik problemleri de beraberinde getirmektedir. Sağlık çalışanları mesleklerini icra ederken adli ve hukuki soruşturmalarla karşı karşıya kalmakta ve son yıllarda görevlerini icra ederken oldukça sık şiddete maruz kalmaktadır.

Bu çalışmada genel olarak sağlık hukuku ile ilgili bilgiler verilecek, bu alanda ortaya çıkacak uyuşmazlıklara değinilecek ve sağlık hukuku alanında çalışma yapan dernekler ile son dönemdeki gelişme ve sorunlardan bir kısmına değinilecektir.

2. SAĞLIK HUKUKU ve TIP HUKUKU

2.1. Sağlık Hukuku

Sağlık, bedenen, ruhen ve sosyal anlamda tam bir iyilik hâlinde olma

anlamındadır. Dünya Sağlık Örgütü ise sağlığı, sadece hastalık ve sakatlık anlamında değil, bedence, ruhça ve sosyal yönden tam bir iyilik hâli içinde olma gerekliliği olarak nitelemektedir. [1]

Sağlık hukuku, çok kapsamlı ve oldukça geçmişe dayanan bir alandır. İnsanın sağlıklı bir şekilde yaşaması ve hayatını bu şekilde sürdürebilmesi birtakım hak ve yükümlülükleri de beraberinde getirmektedir. Sağlık hukuku denildiğinde öncelikle, bir tarafta hasta diğer tarafta hekimin bulunduğu karşılıklı hukuki ilişkiler akla gelmektedir. Sağlık hukuku, diğer hukuk dallarından bağımsızlaşarak başlı başına bir hukuk dalı haline gelmeye başlamış bir alandır. [2]

İnsanın sağlıklı bir şekilde yaşaması ve hayatını bu şekilde sürdürebilmesi birtakım hak ve yükümlülükleri de beraberinde getirmektedir. Sağlık hukuku hasta ve hekim arasındaki hukuki ilişkilerin yanı sıra, bu ilişkinin yaşandığı ortam, hastane, verilen ilaçlar, tedavi yöntemi, gelişen teknolojik imkânların seferber edilmesi gibi çok çeşitli konuları kapsamına almaktadır.

Sağlık hukuku, kişilerin sağlık bakım hizmetlerinden yararlanma haklarını, sağlık bakım hizmetlerinin düzenlenmesini, önleyici sağlık hizmetlerini, toplum ve aile sağlığının korunmasını, sağlık hizmeti verenlerle sağlık hizmeti alanlar arasındaki ilişkileri, hak, yükümlülük ve sorumlulukları düzenleyen hukuk dalı olarak tanımlanmaktadır.

Sağlık hakkının ulusal hukuk düzenlerinde üstün normlarla korunan bir hak olarak yaygınlaşması geçtiğimiz yüzyılın başlarına dayanmaktadır. Uluslararası hukukta ise İkinci Dünya Savaşı sonrası (1945) insan hakları değerler dizisinin yerleşmesiyle birlikte gelişmiştir. 10 Aralık 1948 tarihli İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'nin 25/1. maddesinde sağlık hakkına yer verilmiştir: “Her şahsın gerek kendisi gerekse ailesi için, yiyecek, giyim, mesken, tıbbi bakım, gerekli sosyal hizmetler dâhil olmak üzere sağlığı ve refahını temin edecek uygun bir hayat seviyesine ve işsizlik, hastalık, sakatlık, dulluk, ihtiyarlık veya geçim imkânlarından iradesi dışında mahrum bırakacak diğer hâllerde güvenliğe hakkı vardır. ” denilmektedir.[3]

Ülkemizde sağlık hakkı, 1961 ve 1982 Anayasalarında tanınan temel haklar arasında yer almaktadır. Ulusal ve uluslararası hukuk metinlerinde sağlığın, sadece hasta olmama durumunu değil, aynı zamanda “bedensel, zihinsel ve sosyal olarak tam bir iyilik hâli”ni ifade ettiği kabul edilmektedir. Bu anlamda Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) Anayasasında ve 1978 Alma-Ata Bildirgesinde, sağlık “yalnızca hasta ya da sakat olmama değil, fiziksel, zihinsel ve sosyal anlamda tam bir iyi olma hâli” olarak tanımlamaktadır.[4]

2.2. Tıp Hukuku

Tıp hukuku, doktor ile hasta arasındaki ilişkileri ve bu ilişkilerin hukuki niteliği ile karşılıklı hak, yükümlülük ve sorumlulukları düzenlemektedir. Genel anlamda, tıbbın uygulanmasından kaynaklanan sağlık uygulayıcılarının hak ve yükümlülükleri, hasta hakları, ilaç ve tıbbi araştırmalar gibi konuları ele alan hukuk dalıdır. Anayasa hukuku, kamu hukuku, idare hukuku, ceza hukuku ve medeni hukuku ilgilendiren yönleri olması sebebiyle multidisipliner bir hukuk dalıdır. [5]

Tıbbın hiç ya da eksik uygulanmasından, teşhis ve tedavi ana yükümlülüklerinin dışında yan yükümlülüklere aykırı davranıştan, standart tıbbi uygulamadan sapma durumunda oluşan zararlardan doğan sorumluluklar, hak kayıpları ve bunların hukuki temelleri tıp hukukunun ana çalışma alanlarıdır. Hizmetin verildiği kurumun niteliğine göre (kamu kurumu ya da özel) idare hukuku veya medeni hukuk kuralları çerçevesinde konuya yaklaşılırken, eylemin aynı zamanda suç oluşturması durumunda ise ceza ve zaman zaman da disiplin hukuku kuralları devreye girebilmektedir.[6]

Kendilerine müracaat eden hastayı sağlığına kavuşturmak hekimin, dolayısıyla tıbbi müdahalenin amacı olmakla birlikte, zaman zaman istenmeyen sonuçlar da ortaya çıkabilmektedir. Bu durumda iş, hukuk alanına girecek ve hekimin sorumluluğundan söz edilecektir

Her tıbbî müdahalenin, hastanın sağlığı, yaşamı ve bedensel bütünlüğüne yöneltilmiş bir ihlal olduğu, kural olarak evrensel hukuk ilkelerinde kabul edilir. Dolayısıyla, tıbbî müdahalenin evrensel hukuk ilkelerine uygun sayılabilmesi için, müdahalenin tıp mesleğinin evrensel ilkelerine, özen yükümlülüğüne uygun yapılması ve hastanın usulüne uygun olarak aydınlatılmış rızasının alınması gerekmektedir.


3. HEKİMİN HUKUKİ SORUMLULUĞU VE AÇILABİLECEK DAVALAR

3.1. Hekimin Hukuki Sorumluluğu

Dünya Tabipler Birliği’nin 1992 yılındaki 44. Genel Kurulu’nda, “Tıpta Yanlış Uygulama” konulu duyuru yayınlanmıştır. Bu duyuruda tıbbi yanlış uygulama ve dolayısıyla hekimin hukuki sorumluluğu “hekimin tedavi sırasında standart uygulamayı yapmaması, beceri eksikliği veya hastaya tedavi vermemesi ile oluşan zarar” şekilde tanımlanmıştır.[7]

Ülkemizde, tıbbi müdahalelere ilişkin olarak, doğrudan veya dolaylı olarak birçok kanun, tüzük ve yönetmelik olmasına rağmen bu kanunların hiçbirinde, hekimlerin sorumluluklarını düzenleyen özel hükümlere yer verilmediği görülmektedir. Dolayısıyla, tıbbi müdahalelere ilişkin olarak ortaya çıkan sorunlar, genel hükümler ile çözümlenmeye çalışılmakta ve hekimin özel hukuk açısından sorumluluğunda Borçlar Kanunu’nun genel nitelikteki özel hükümleri uygulanmaktadır.[8]

Hekimin hukuki sorumluluğuna dayanak olabilecek genel bir düzenleme bulunmamakla beraber hekimin hukuki sorumluluğunun kusur sorumluluğuna denk geldiği kabul edilmektedir. Örneğin, hastadan yeterli derecede ve usulü dairesinde bilgi alınmamış olması, hastanın usulü dairesinde aydınlatılmamış olması (aydınlatılmış onam), hastanın yeterli derecede fiziki muayenesinin yapılmamış olması, hastaya doğru teşhis konulmamış olması gibi nedenlerle hastanın vücut bütünlüğünün zarar görmesine neden olunması olaylarında hekimin kusurlu olduğu kabul edilmektedir. [9]

Böylece, hekimlik mesleğinin icrası sırasında, hekimlik mesleğinin öngördüğü kuralların ihlal edilmesi, kasti ve ihmalkâr davranılması sonucunda hastanın vücut bütünlüğünde bir zarar meydana gelirse, kusur nispetinde hekimin sorumluluğuna gidilebilecektir.[10]

3.2. Hatalı Tıbbi Uygulama Nedeniyle Hekime Karşı Açılabilecek Tazminat Davaları

Hatalı tıbbi müdahale nedeniyle, hastaya maddi veya manevi zarar verilmiş olduğunun ispatlanması durumunda hekimin, maddi-manevi şeklinde belirli bir miktar tazminat ödemek zorunda bırakılması şeklinde sorumluluğu doğacaktır.

3.2.1. Maddi Tazminat Davası

Hatalı tıbbi uygulama sonucunda ölüm durumunun veya bedensel zararın gerçekleşmesi halinde, maddi tazminatın kapsamı farklı kalemleri kapsayacaktır.

a) Bedensel Zarar

Türk Borçlar Kanunu 54. Maddesinde “Bedensel zararlar özellikle şunlardır: tedavi giderleri, kazanç kaybı, çalışma gücünün azalmasından ya da yitirilmesinden doğan kayıplar, ekonomik geleceğin sarsılmasından doğan kayıplar” şeklinde düzenlenmiştir.

b) Ölüm

Hatalı tıbbi uygulama sonucunda ölüm gerçekleşmiş ise, maddi tazminat kalemleri, Türk Borçlar Kanunu 53. maddesinde; “Ölüm hâlinde uğranılan zararlar özellikle şunlardır:

1. Cenaze giderleri

2. Ölüm hemen gerçekleşmemişse tedavi giderleri ile çalışma gücünün azalmasından ya da yitirilmesinden doğan kayıplar

3. Ölenin desteğinden yoksun kalan kişilerin bu sebeple uğradıkları kayıplar” şeklinde düzenlenmiştir.

3.2.2. Manevi zararlar

Hatalı tıbbi uygulama durumunda manevi tazminat durumu, “Hâkim, bir kimsenin bedensel bütünlüğünün zedelenmesi durumunda, olayın özelliklerini göz önünde tutarak, zarar görene uygun bir miktar paranın manevi tazminat olarak ödenmesine karar verebilir. Ağır bedensel zarar veya ölüm hâlinde, zarar görenin veya ölenin yakınlarına da manevi tazminat olarak uygun bir miktar paranın ödenmesine karar verilebilir” şeklinde düzenlenmiştir.

3.3. Hekimin Cezai Sorumluluğu

Hekim, insanı konu alan bir mesleği icra ettiğinden hastaya müdahalede bulunurken ciddi ve ağır risklerle karşılaşabilir. En ufak dikkatsizlik ya da tedbirsizlikle insan hayatını ve sağlığını tehlikeye atabilir. Bu sebeple alanında uzman olan hekimlerin müdahalede bulunması gerekmektedir. [11]

Hekim, uzmanlık alanı olmadığı halde hastaya müdahalede bulunursa somut olayın özelliğine göre, kasıtlı veya taksirli, icrai veya ihmali bir takım suçlar nedeniyle cezai sorumluluğu gündeme gelebilir. Hekimin kusurlu ve hatalı uygulamaları insan yaşamı ve sağlığında telafisi güç sonuçlar doğurabilir. Hekimin cezai sorumluluğu bakımından karşılaşılması muhtemel suç tiplerine; kasten öldürmenin veya yaralamanın ihmali davranışla işlenmesi (TCK m.83, m.88), taksirle öldürme veya yaralama (TCK m.85, m.89), insan üzerinde deney (TCK m.90) örnek gösterilebilir.[12]

Bu örneklerden en önemlisi sağlık hukukunun güncel sorunlarından biri olan tıp mesleği mensuplarının yaptığı kötü uygulamaları ifade eden “malpraktis”dir. Konu ile ilgili özel bir Kanun bulunmadığından TCK’da yer alan taksirle öldürme veya yaralama suçlarına ilişkin hükümler uygulanmaktadır. Ancak dikkatsiz araç kullanıp bir kişinin ölümüne neden olan sürücü ile hekimin aynı suçtan yargılanması ceza adaleti bakımından tartışmalara neden olmakta ve bu sebeple hekimler riskli müdahalelerden kaçınabilmektedir. [13]

Hekimin cezai sorumluluğunu somut olaya göre, hastanın tıbbi müdahaleden önce veya müdahale sırasında açıkladığı rıza kaldırabilir. Ancak hastanın, hekim tarafından uygulanacak tedavinin amacı, kapsamı ve sonuçları konusunda mutlaka aydınlatılması gerekmektedir. Hekimin cezai sorumluğunu belirlemede en önemli kıstas, yapılan müdahaleyi hukuka uygun hale getiren rızadır (TCK m.26/1). Rıza ise hastanın özgür iradesine dayalı olmalıdır. 1982 Anayasasının 17’nci maddesinde de, “Tıbbî zorunluluklar ve kanunda yazılı haller dışında, kişinin vücut bütünlüğüne dokunulamaz; rızası olmadan bilimsel ve tıbbî deneylere tâbi tutulamaz.” denilmektedir.[14]

4.SAĞLIK HUKUKU ALANINDA ÇALIŞMA YAPAN DERNEKLER

4.1. Adli Bilimciler Derneği [15]

Dernek Doç. Dr. Yaşar Bilge başkanlığında kurulmuştur.

17 Mayıs 2001 tarihinde Ankara’da adli bilimlerle ilgilenen hekim, akademisyen ve hukukçular tarafından kurulmuştur. Dernek (ADBİD), adli bilimcileri bir araya getirerek, adli bilimlerin gelişmesine katkıda bulunmak amacıyla eğitim ve araştırma çalışmaları yapmakta, farklı konularda sempozyum ve konferanslar organize etmektedir. Ayrıca her yıl Anadolu'nun farklı üniversitelerinde "Adli Bilimciler Günleri" isimli bilimsel etkinliği düzenlemektedir.

Dernek, Türkiye'deki ilk "Adli Diş Hekimliği", "Adli Antropoloji", "Yangın İncelemeleri" ve "Adli Psikiyatri" sertifikalı kursları düzenlemiştir. Yine, Anadolu Adli Bilimler Kongrelerinin düzenleyici kurumları arasında yer almaktadır.

Adli Bilimciler Derneği'nin amaçları olarak bilimsel faaliyetler, adli bilime teşvik ve adli bilimciler arasında sosyal ve ekonomik dayanışmayı sağlamak sayılabilir.

Dernek son yıllar da özellikle; "Tıp Hukuku", "İş Yerinde Psikolojik Şiddet (Mobbing-Yıldırma)", "Biyoteknolojik Gelişmeler ve GDO'lu Ürünler", "Kimyasal, Biyolojik, Radyoaktif, Nükleer ve Endüstriyel Silahlar (KBRN-E)" ve "Trafik Hukuku" alanlarındaki çalışmaları ile ön plana çıkmıştır.

Adli Bilimciler Derneği, Türkiye'de ilk kez adli bilimler alanında hakemli dergi olan ve TÜBİTAK ULAKBİM Türk Tıp Dizininde kayıtlı olan Adli Bilimler Dergisi'ni, Adli Psikiyatri Dergisi'ni, Toksikoloji Dergisi'ni, Ulaşım ve Trafik Güvenliği Dergisi'ni yayımlamıştır. Adli Bilimler Dergisi, Toksikoloji Dergisi ve Ulaşım ve Trafik Güvenliği Dergisi, yayımlanmaya devam etmektedir.

Adli Bilimciler Derneği, "DNA Verileri ve Türkiye Milli DNA Veri Bankası Kanunu Taslağı" ile ilgili olarak 2006'da görüş açıklamasında bulunmuştur.

Adli Bilimciler Derneği, bilirkişilikteki sorunların giderilmesi için ise bağımsız bir kurum olarak "Türkiye Adli Tıp Akademisi" kurulmasını önererek görüşlerini kamuoyu ile paylaşmıştır.

4.2. Tıp Hukuku Derneği[16]

Derneğin Kurucu Başkanı Hakan Hakeri‘dir.

Tıp mesleğinin uygulanmasında karşılaşılan hukuki sorunları tartışmak ve çözüm önerilerinde bulunmak,

Tıp Hukukunu ilgilendiren her türlü ulusal ve uluslararası hukuki düzenlemeyi ve sağlık alanını ilgilendiren konularda verilmiş ulusal ve uluslararası yargı kararlarını incelemek, bunlar hakkında değerlendirmeler yapmak, ulaşılan verileri hem sağlık meslek üyelerinin, hem de ilgili hukukçuların bilgisine sunmak,

Meslek örgütlerine Tıp Hukukuyla ilgili bilgi vermek ve işbirliği yapmak, bu amaçlarla fikir üretip, tasarı ve taslaklar oluşturmak,

Tıp hukuku alanında hekimler ve hukukçular arasında etkili bir iletişim ve işbirliği sağlamak derneğin amaçları arasındadır.

Bilimsel araştırmalar yapmak,

Kurs, seminer, konferans, kongre ve panel gibi etkinlikler düzenlemek,

Amacın gerçekleştirilmesi için gerekli olan her türlü bilgi, belge, doküman ve yayınları temin etmek, dokümantasyon merkezi oluşturmak, çalışmalarını duyurmak için gazete, dergi, kitap gibi yayınlar ile üyelerine dağıtmak üzere bülten çıkarmak,

Uluslararası faaliyette bulunmak, yurt dışındaki dernek veya kuruluşlara üye olmak ve bu kuruluşlarla proje bazında ortak çalışmalar yapmak veya yardımlaşmak,

Derneğin amacı ile ilgisi bulunan ve kanunlarla yasaklanmayan alanlarda, diğer derneklerle veya vakıf, sendika ve benzeri sivil toplum kuruluşlarıyla ortak bir amacı gerçekleştirmek için platformlar oluşturmak gibi faaliyetleri bulunmaktadır.

4.3. Adli Tıp Uzmanları Derneği (ATUD)[17]

1992 yılında İstanbul’da “adli tıp uzmanları ve asistanları arasında sosyal ve bilimsel dayanışmayı sağlamak, hak ve menfaatlerini korumak, adli tıp alanındaki ulusal ve uluslararası bilimsel çalışına ve araştırmaları izlemek, adli tıp biliminde yüksek bir standart oluşturmak, bu alandaki araştırına ve çalışmaları teşvik etmek, konuyla ilgili bilim adamları arasında bilgi ve görgü alışverişini organize etmek, adli tıp biliminin geliştirilmesi ile ilgili konularda finans desteği sağlamak, bu amaçla her türlü teknolojik donanıma destek vermek, tesis oluşturmak, adli tıpla ilgili konularda adli makamlara yardımcı olmak, kamuoyunu aydınlatmak” amacıyla kurulmuş bir uzmanlık derneğidir.

ATUD, TTB tarafından 1993 yılında oluşturulan Tıpta Uzmanlık Dernekleri Koordinasyon Kurulu’nun başlangıcından itibaren asil üyesi olup IALM (Uluslararası Adli Tıp Akademisi), ECLM (Avrupa Adli Tıp Komitesi) ilkeleri doğrultusunda adli tıp uzmanı görev tanımı, çekirdek müfredat ve meslekte yeterlilik kurulu yapılanmalarını 14-15 Aralık 2002 tarihlerinde oluşturmuş ve ECLM’ye gözlemci üye olarak kabul edilmiştir.

ATUD 1996 yılından itibaren düzenli olarak “Adli Tıp Bülteni” adında bilimsel hakemli bir dergi yayınlamakta, adli tıp anabilim dalları ile birlikte 2 yılda bir “Adli Bilimler Kongresi” ve “Adli Bilimler Sempozyumu” ile aylık bilimsel toplantılar düzenlemektedir.

ATUD; adli tıp alanında ulusal ve uluslararası projelerde yer almaktadır. Türk Tabipleri Birliği, Türkiye İnsan Hakları Vakfı ve bu alanda çalışan ulusal ve uluslararası kuruluşlarla yürüttüğü dört yıllık bir çalışma sonunda Birleşmiş Milletler’in temel belge olarak kabul ettiği “İstanbul Protokolü’nde hem üyeleri hem de kurumsal olarak ATUD’un imzası vardır. ATUD, “İstanbul Protokolü” eğitimlerinin yurt içi ve yurtdışı eğitimlerinde de üyeleriyle aktif olarak yer almıştır.

1997 yılında Bosna’da İnsan Hakları Mahkemesi tarafından yapılan çalışmalarda toplu mezarlardan çıkarılan cesetlerin kimliklendirilmesi ve ölüm nedenlerinin belirlenmesi için BM tarafından oluşturulan uluslararası ekipte çalışmalarda bulunmuş, kanıtlarını uluslararası savaş suçları mahkemesine iletmiştir. Birinci basamak için adli tıp hizmetleri, insan hakları eğitimi, çocuk adaleti çalışma grubu, adli rapor formları ise ATUD’un düzenlediği veya katıldığı toplantılarda oluşturulmuştur.

ATUD, adli tıp hizmetlerinde bilimselliğin, bağımsız ve özerk yapılanmanın, bilirkişiliğin ayrılmaz parçalar olduğunu savunmuş ve Adli Tıp Kurumu’nun bu çerçevede yeniden yapılandırılması için çalışmalarda bulunmuş ve model önerileri geliştirmiştir.

ATUD Meslekte Yeterlilik Kurulu Türkiye’deki adli tıp akademisyen ve uzmanlarının birçoğunun katılımı ile “Adli tıp hizmet modeli ve insan gücü planlaması” kitabını yayınlamış ve ilgili kurumların dikkatine sunmuştur.

Adli Tıp Uzmanları Derneği, amacını genel olarak; topluma sunulan uzman hekimlik hizmetinin olanaklı olan en yüksek düzeye çıkarılması ve sürdürülmesi için çalışmak, uzmanlık derneklerinin eğitim, araştırma, hasta bakımı ve toplum sağlığı alanındaki etkinliklerinin izlenmesi, iyileştirilmesi, yönlendirilmesi ve bu etkinliklerin eş güdümünü yapmak, tıpta uzmanlık eğitiminin çağdaş bir düzeye eriştirilmesi için standartların oluşturulması, denetlenmesi, değerlendirilmesi ve korunması ile ilgili ulusal hedef ve koşulların saptanarak özgün Türkiye modelini işlerliğe kavuşturmak ve uzman hekimlerin mesleki durumunu ve unvanını ulusal ve uluslararası alanda savunmak olarak nitelendirmektedir. Dernek, toplumsal cinsiyet eşitliği, bilirkişilik, eğitim, burs ve bilimsel çalışmalar alanında faaliyetini yoğunlaştırmıştır.

4.4. Tıp Etiği ve Tıp Hukuku Derneği[18]

3 Aralık 2004 tarihinde kurulan derneğin merkezi İstanbul’dadır.

Bilimsel çalışmaları ilerletmek ve hasta-hekim arasındaki tıp etiği ve tıp hukuku ile ilgili sorunları gidermek amacıyla kurulmuştur. Dernek, Türkiye’de tıp etiği ve tıp hukuku alanında büyük bir boşluğu doldurmayı hedeflemektedir. Derneğin 17 kurucu üyesi, tıp etiği ve tıp hukuku alanlarında bilimsel çalışmalarıyla isim yapmış tıp ve hukuk fakültelerinden değerli öğretim üyeleri ve ayrıca üniversite dışından hukukçulardır. Ayrıca, Tsukuba Üniversitesi, Japonya’da görev yapan Prof.Dr.Darryl Macer, derneğin Onur Üyesi’dir.

Derneğin ilk etkinliği olan “Uluslararası Katılımlı I. Tıp Etiği ve Tıp Hukuku Sempozyumu”, İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi, İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, ve Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Deontoloji ve Tıp Tarihi Anabilim Dalları, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Ceza ve Ceza Usul Hukuku Anabilim Dalı ve Türk Tıp Tarihi Kurumu ile ortaklaşa olarak 27 Mayıs 2005 tarihinde İstanbul Üniversitesi Merkez Bina Doktora Salonu’nda düzenlenmiştir.

Dernek, amaçlarına ulaşmak için aşağıdaki konularda çalışmalarını sürdürecektir ve bu çalışmaları nedeniyle uluslararası bir nitelik taşımaktadır: Türkiye’deki tıp etiği ve tıp hukuku alanlarında bilimsel çalışmaların geliştirilmesine yardımcı olmak,

Bu alandaki bilimsel etkinliklerin yapılmasını desteklemek,

Tıp etiği ve tıp hukuku eğitiminin çağın koşullarına uygun biçimde gerçekleşmesine yardımcı olmak,

Uluslararası bilimsel ilişkilerde bulunarak bilgi alışverişi sağlamaktır.

5. GÜNCEL GELİŞMELER VE SORUNLAR

5.1. Kadavradan Organ Nakli ve Hukuki Sorunlar

Bilindiği üzere organ nakli kadavradan ve canlılardan olmak üzere iki türlüdür. Ülkemizde maalesef canlılardan organ nakli, kadavradan organ naklinden sayıca çok daha fazla yapılmaktadır. Bununla beraber, kadavradan organ nakli ile ilgili ele alınması gereken hukuksal sorunlar, canlılardan organ nakline nazaran daha fazladır.[19]

Kadavradan nakilde iki önemli hukuksal problem ortaya çıkmaktadır: Ölüm zamanının belirlenmesi ve kişinin kendi geleceğini belirleme hakkına saygı gösterilmesi.[20]

Türk Hukuku’nda ölüm zamanı yasal olarak belirlenmemiştir.

Biyotıp Sözleşmesi’ne Ek İnsan Kaynaklı Organ ve Doku Nakline İlişkin Ek Protokol de ölümün ne olduğunu açıklamamıştır. Protokolün 16. maddesi, ölülerden organ alımının, bu kimsenin kanuna göre ölü olduğunun belgelenmesi halinde mümkün olacağını açıklamakla yetinmiştir. Böylece her ülkenin kendi ölüm kriterini kabul etmesine imkan tanınmıştır.[21]

Bilimsel gelişmelerin önünü tıkamamak bakımından, ölümün kanunla belirlenmemiş olması anlaşılır olsa da yaşam ve ölüm gibi insanı doğrudan ilgilendiren alanların, kanun koyucu tarafından düzenlenmesinde zorunluluk vardır. Bu konu, yönetmeliklere bırakılamayacak kadar önem arz etmektedir. [22]

Ancak hâlihazırdaki mevzuatımız bakımından, yönetmelik yürürlükte olduğu müddetçe uygulanmasına engel bir husus bulunmamaktadır. Bir yasanın bulunmaması, daha doğru ifadeyle, ölümün yasa ile belirlenmemiş olması, yönetmeliğin ilgili hükmünün uygulanmasına engel değildir. [23]

Karşılaştırmalı hukukta da ölüm anının normatif olarak belirlendiği ve burada kullanılan ölçünün, kalp ve nefes alma faaliyetinin durması değil, beyinciğin, beynin ve beyin sapının bütün fonksiyonlarının geri dönülemez ve tam bir şekilde kaybedilmesi, yani beyin ölümü kriteri olduğu açıklanmaktadır. Görüldüğü üzere, bugün ölümün ne olduğundan ziyade, ölümün ne zaman gerçekleştiğini belirlemeye yönelik görüşler ortaya konmaktadır.[24]

ODNK 11. maddeye göre ölüm halini saptayan hekimler ölüm tarihini, saatini ve ölüm halinin nasıl saptandığını gösteren ve imzalarını taşıyan bir tutanak düzenleyip organ ve dokunun alındığı sağlık kurumuna vermek zorundadırlar. Bu tutanak ve ekleri ilgili sağlık kurumunda on yıl süre ile saklanır (md. 13). Bu hükmün pratikte büyük bir önemi vardır. Sadece organ nakli bakımından değil, özellikle miras hukuku bakımından, ölümün hangi anda gerçekleştiği hayati öneme sahip olabilir. O nedenle, hekimler bu saatin belirlenmesinde büyük özen göstermelidir.[25]

Organ ve Doku Nakli Kanunu’nun 11 vd. maddelerine göre ölülerden organ nakli yapılabilir. Buna göre bir kimse, “sağlığında vücudunun tamamını veya organ ve dokularını, tedavi, teşhis ve bilimsel amaçlar için bıraktığını resmi veya yazılı vasiyetle belirtmemiş bu konudaki isteğini iki tanık huzurunda açıklamamış ise sırasıyla ölüm anında yanında bulunan eşi, reşit çocukları, ana veya babası veya kardeşlerinden birisinin, bunlar yoksa yanında bulunan herhangi bir yakınının muvafakatiyle ölüden organ veya doku alınabilir. Aksine bir vasiyet veya beyan yoksa kornea gibi ceset üzerinde bir değişiklik yapmayan dokular alınabilir. Ölü, sağlığında kendisinden ölümünden sonra organ veya doku alınmasına karşı olduğunu belirtmişse organ ve doku alınamaz” (ODNK md. 14).[26]

Kanunumuz kişi sağlığında muvafakat vermiş olmasa dahi organ nakline imkân tanımaktadır. Kanunumuz bu suretle, “rıza” sistemini benimsemiş bulunmaktadır. Ancak, olağanüstü durumlar ve ölünün dış görünüşüne zarar vermeyecek müdahaleler açısından itiraz modeline yakın bir düzenleme yapılmıştır. İtiraz modelinde ayrıca itiraz edilmediği müddetçe zımnen rızanın bulunduğu varsayılmaktadır. Nitekim kornea gibi ceset üzerinde bir değişiklik yapmayan dokular bakımından bu model benimsenmiştir (ODNK 14/2).[27]

Rıza, kanunda belirtilen sıralama içinde alınacaktır. Ölüm anında yanında eş varsa, artık diğer kimselerin görüşünün sorulmasına gerek yoktur. Eşi kabul ettikten sonra diğerlerinin reddetmesi veya eş reddettikten sonra diğerlerinin kabul etmiş olmasının hiçbir önemi bulunmamaktadır. Ancak çocuklarından orada bulunan hepsinin rıza göstermiş olması gerekir. Bir tanesinin muhalefet etmesi halinde, organ alınamaz. Kanunumuz, rıza verme yetkisine sahip olanların, ancak ölüm anında yanında olan kimseler olacağını belirtmektedir. Sayılan kişilerden hiçbiri ölenin yanında yoksa organları almak mümkün olmaz.[28]

5.2. Genetik Bilgilerin Ticarileştirilmesi

Ülkemiz tarafından da kabul edilen Avrupa Biyotıp Sözleşmesinde, insan vücudu ve parçalarının ticari amaç için kullanılmayacağı kabul edilmiştir. Biyoloji ve tıbbın uygulanması bakımından insan hakları ve insan haysiyetinin korunması sözleşmesiyle hak ihlalleri konusunda üye ülkelerin bağlayıcı hukuk kurallarını, iç hukuklarına kazandırmaları gerektiği düzenlenmiştir.[29]

Biyoteknolojik buluşların patent korunması altına alınması, milyon dolarla ifade olunan biyoteknoloji endüstrisinin temel amacını oluşturmaktadır. Genel anlamda patent verilmesinin temel amacı-buluşu özendirmek ve buluş sahibinin manevi ve ekonomik çıkarlarını güvence altına almaktır.[30]

Doğal halde bulunan bir gen patente konu olamaz. Ancak; genin teknik etkileri, gen terapisinde kullanımının tespiti halinde patente konu olabilmektedir. DNA dizilimleri teknik bilgi içerdiğinden patente konu edilemez. Doğal ortamından ayrıştırılmış, izole edilmiş ya da teknik yöntemlerle bir başka biçimde elde edilen unsurlar; buluş basamağına sahip olması, sanayide kullanılabilmesi şartıyla patente konu olabilecektir.[31]

Bir buluşa Avrupa Patent Sözleşmesi kapsamında patent verildiğinde, patent sahibi pek çok hakka sahip olmaktadır. Gen sıralamalarının bütün ihtimallerine, teşhis ve tedavi amaçlı kullanımları, aşı maddeleri ürünlerine, içine gen nakledilebilen bütün mikroorganizmaları, gen nakledilebilen bütün hayvan ve hayvan türlerini, henüz bilinmeyen genlerin bütün kullanımlarını, genler yardımıyla üretilen bütün proteinler ve tıbbi amaçlı bütün kullanım haklarına sahip olmaktadır. Özetle, teknik özelliği belirlenen genin patent sahibi, tüm bilim dünyasında onu kullanabilme hakkına sahip olmaktadır.[32]

Avrupa Patent Ofisi, kamu düzeni ve dürüstlük kuralları çerçevesinde değerlendirme yapmaktadır. Kamu düzeni ve dürüstlük kurallarına aykırı olduğunu değerlendirdiği patent başvurularını reddetmektedir. Ancak sözleşmede kamu düzeni ve dürüstlük kuralları çok açık bir şekilde de ifade edilmemektedir.

551 Sayılı Patent Haklarının Korunması Hakkında Kanun Hükmündeki Kararnamede, yeni, tekniği bilinen durumunu aşan ve sanayiye uygulanabilen buluşlar patent verilerek koruma altına alınabileceği düzenlenmiştir. Bu düzenleme Avrupa Patent Sözleşmesine paralel bir düzenlemedir. [33]

Türkiye, Avrupa Patent Sözleşmesine taraftır. Herhangi bir çekince koymamıştır. İnsan ve hayvan vücuduna uygulanacak cerrahi ve tedavi usulleriyle, insan ve hayvan vücuduyla ilgili teşhis usullerine patent verilemeyeceğini kabul etmiştir. Cerrahi ve tedavi usullerinden bahsederken genetik verilerle ilgili direkt bir düzenleme yapılmamıştır. Dolayısıyla Türk kanunlarına göre genetik veriler patente konu olabilecektir.[34]

Genetik teşhislerden öğrenilen bilgiler hastalıkların teşhis ve tedavisinde, suçluların belirlenmesinde, soybağı tespiti gibi pek alanda kullanılmaktadır. Elde edilen bu bilgiler daha sonra kullanılmak üzere depolanması, işlenmesi ve saklanması genetik veri bankaları kurulmaktadır. Biyobankalar genetik analizlerden elde edilen moleküler, fizyolojik ve yapısal genetik verilerin depolandığı alanlardır. Genetik hastalıkların belirlenmesinde, ilaç araştırmalarında, soy bağı tespitleri ve adli amaçlar için kullanılan bankalar bulunmaktadır.[35]

Biyobankaların adli anlamında pek çok faydaları olduğu gibi riskleri söz konusudur. Sigorta, sağlık ve iş sektöründe kötüye kullanımlara karşı karşıya kalınabilir. Sektörler arası ticarete sebep olabilir, verilerin ticareti söz konusu olabilir. Genetik ayrımcılığa neden olabilir. Bilgilerde izinsiz değişimlere ve kötüye kullanımlara da neden olabilir.[36]

İnsan doğasına ait bilgileri saklayan bu bankaların sıkı güvenlik tedbirleri almaları gerekmektedir. Aksi takdirde depolanan bu bilgilerin kötüye kullanımı büyük kaoslara neden olabilecektir. Amerika’da sigorta şirketleri, genetik hastalıklara yatkın olan bireylerin sağlık sigortalarını yapmaktan imtina ettiği ve daha yüksek bedelli teminat bedelleri talep ettikleri bilinmektedir.[37]


5.3. Sağlık Turizmi

Sağlık turizmi hukuku; hastanın yabancı olması sebebiyle görevli mahkeme, milletlerarası yetki, uygulanacak ülke hukuku, özellikle yabancı hastaların kendi lehlerine elde ettikleri yabancı mahkeme kararlarının Türkiye’de tanınması ve tenfizi, yabancı ülkede kamu hastanesini temsilen Sağlık Bakanlığı ve/veya memur hekim aleyhine açılan tazminat davaları, hastanın kişisel verileri, yabancı sağlık personellerinin çalışma hakkı, sağlık serbest bölgeleri, yabancı hekim aleyhine yabancı ülkede derdest olan ceza davalarının hekime etkisi, yabancı devletlerle yapılan protokol kapsamındaki sağlık hizmetleri, sağlık turistinden tahsilatın yapılamaması, sağlık turisti ile sağlık hizmet sunucusu veya aracı kişi/ kuruluşlar arasındaki sözleşmeler, acente ile sağlık hizmet sunucuları arasındaki sözleşmeler gibi pek çok perspektiften incelenmesi gereken interdisipliner yeni bir “hukuk dalıdır”.[38]

Sağlık turizmi birçok hukuksal risk barındırmaktadır. Sektör temsilcilerinin sağlık turizminin tüm süreçlerini hukuka ve etiğe uygun yönetmeleri gerekmektedir. Ancak uygunluk kıstasları konuda spesifik bir düzenlemenin olmaması, daha doğrusu sektörü düzenleyen hükümlerin dağınıklık olması, konuyla ilgili çalışma yapanlar için çok ciddi zorluklar oluşturmaktadır. Özellikle sağlık turisti ile sağlık hizmet sunucuları ve aracı kurumlar arasındaki sözleşmeler, acente ile sağlık hizmet sunucuları arasındaki sözleşmeler, sağlık turistlerinin dâhil olduğu işlem ve ilişkilerden kaynaklanan hukuksal sorunlar, uzman kişinin hukuk bilgisini gerektirmektedir. [39]

Konuya ilişkin özel düzenlemelerin sayısı arttıkça, sağlık turizmi ile ilgili farklı yasal düzenlemelerde dağınık bir şekilde yer alan hükümler bir araya toplanarak daha etkili kanuni bir çerçeve oluşturulduğunda, şu anda karşılaşılan zorluklar bertaraf edilecektir. Ancak mevzuat hazırlıkları zaman alan çalışmayı gerektirmektedir. [40]

Sektörü denetleme görevi öncelikle Sağlık Bakanlığı’nda olduğu kabul edilmekle birlikte, sektörün tüm paydaşları da birbirlerini denetlemelidirler. Zira paydaşlardan birinin hukuka ve etiğe aykırı davranışı, sektörü bir bütün olarak olumsuz etkileyebilmektedir.[41]

5.4. Tıpta Yapay Zeka ve Etik

Sağlık hizmetlerinde Yapay Zekâ uygulamaları tanı, tedavi, bakım hizmetlerindeki yüksek performansıyla hekimlere ve hastalara büyük yararlar sağlama potansiyeline sahiptir. Ancak diğer taraftan da hasta özerkliği, güvenliği, gizliliği konusundaki endişeler, ayrımcılık ve yanlılık potansiyeli, hekim-hasta ilişkisinde insani boyuttan uzaklaşma, hekimin mesleki bağımsızlığı konusunda ciddi riskleri beraberinde getirmektedir. Yapay Zeka teknolojileri için mevcut politika ve etik kurallar, Yapay Zekanın sağlık alanında kaydettiği ilerlemenin gerisinde kalmaktadır.[42]

Yapay zekâ genel olarak akıl yürütme, öğrenme ve uyarlama, hatırlama ve değerlendirme, duyusal anlayış ve etkileşim gibi insan zekâsının işlev ve performansını taklit edebilen bilgisayar teknolojilerini ifade etmektedir. Bu kapsamda hem bir bilim alanını hem de bu alanda üretilen uygulama, yöntem ve ürünleri tanımlamaktadır.[43]

Yapay Zeka, tanı koyma ve tıbbi karar verme işleviyle, tıbbi kötü uygulamalar ve yanlış tanıların sayısını büyük ölçüde azaltma ve varlığı bile henüz yeterince bilinmeyen fizyolojik ilişkilere dayanarak doğru tanı koyma potansiyeline sahiptir. Klinik uygulamalar dışında, tıp eğitiminde, biyomedikal araştırmalarda, sağlık kuruluşlarının yönetim ve organizasyonunda da kullanılan Yapay Zeka, ayrıca hastalık olasılıklarının hesaplanması gibi öngörü gerektiren yaklaşımları da kapsamaktadır.[44]

Günümüzde Yapay Zeka kullanımının özellikle alternatif bir çözümün olmadığı veya çok yetersiz olduğu örneğin triyaj, proaktif bakım, dijital ikinci bir görüş alınması gibi durumlarda daha fazla benimsenmiş olduğu görünmektedir.[45]

Bu büyük fırsat ve avantajları yanında Yapay Zeka uygulamaları, hasta güvenliği, özel yaşamın gizliliği ve hasta özerkliğini riske edebilecek büyük ve görülmemiş bir potansiyele sahiptir. Bu nedenle Yapay Zeka uygulamaları, tanımlanması ve çözülmesi gereken yeni bir etik sorunlar kümesini de oluşturmaktadır. Bunlardan bazıları;

Yapay zekanın hatalı kararlar verme potansiyeli,

Yapay zeka, klinik karar vermeyi desteklemek için kullanıldığında, oluşabilecek hatada sorumluluğun kim/kimlere ait olacağı,

Yapay zeka sistemlerinin çıktılarının geçerliliğindeki sorunlar,

Yapay zeka sistemlerini eğitmek için kullanılan verilerdeki yanlılık riski ve önyargılı yaklaşımlar,

Potansiyel olarak hassas verilerin güvenliğini ve gizliliğini sağlamak,

Yapay zeka teknolojisinin geliştirilmesinde ve kullanımında toplumsal güveni sağlamak,

Sağlık bakımında insan onurunu koruma ve sosyal izolasyon konusundaki sorunlar,

Sağlık çalışanlarının rolleri ve becerileri üzerindeki etkileri,

Yapay zekanın kötü amaçlar için kullanılma potansiyeli gibi sorunlardır.[46]


6. SONUÇ

Görüldüğü üzere sağlık hukuku çok geniş ve bir çok alanı içinde bulunduran ayrı bir hukuk dalı haline gelmiştir. Özellikle son dönemdeki teknolojik gelişmeler de bu alandaki gelişmeleri ve sorunları da arttırmıştır.

Son yıllarda bu alanda çalışma yapan kuruluşların sayısı da artış göstermesi, bu alanda yapılan çalışmaların, verilen katkı ve destekler artması da son derece olumlu bir gelişmedir.

Yine son yıllarda hekimlerin mesleki faaliyetlerinden kaynaklı açılan davalar da artış göstermektedir. Bu durum her ne kadar bilinçlenme ve şikayet merciilerine ulaşımın kolaylaşmasından kaynaklansa da bu başvuruların ve açılan davaların büyük bir bölümünün haksız olduğu da göz ardı edilmemelidir.

Günümüzde ne yazık ki sık sık duyduğumuz sağlık çalışanlarına şiddet de çok büyük artış göstermiştir. Bu hususta da mevcut düzenlemelerin daha sıkı uygulanması, bunlar yetersiz ise de yeni ve daha caydırıcı düzenlemelerin yapılması gerekmektedir.














KAYNAKÇA

Adli Bilimciler Derneği Erişim Adresi: https://www.adlibilimciler.org.tr/hakkimizda


AKİPEK ÖCAL Ş., ÖZENBAŞ BOYDAĞ N., AVCI M. Sağlık Hukuku, Eskişehir, 2019 Erişim Adresi: https://ets.anadolu.edu.tr/storage/nfs/HUK120U/ebook/HUK120U-16V1S1-8-0-1-SV1-ebook.pdf


Aşıcıoğlu F., DEMİRCAN Y.T. Sağlık Hukuku, Auzef, İstanbul,2015 Erişim Adresi: http://auzefkitap.istanbul.edu.tr/kitap/saglikkurumlariisletmeciligi_ao/saglikhukukumevzuati.pdf

ATUD Erişim Adresi: https://www.atud.org.tr/portfolio-items/hakkimizda/

Çakır K., (2019). Hekimin Cezai Sorumluluğu, Sağlık Hukukunda Güncel Sorunlar No: 1- Sorumluluk Sempozyum Özet Bildiri, Marmara Üniversitesi, İstanbul Erişim Adresi:

https://www.researchgate.net/publication/334731675_Saglik_Hukukunda_Guncel_Sorunlar_No_1-Sorumluluk_Sempozyum_Ozet_Bildiri_Kitabi

Güvercin CH. Tıpta yapay zekâ ve etik. Ekmekci PE, editör. Yapay Zekâ ve Tıp Etiği. 1. Baskı. Ankara: Türkiye Klinikleri; 2020. p.7-13

GÜLASLAN AKSOY P. (2014) Genetik Bilgilerin Ticarileştirilmesi, V. Sağlık Hukuku Kurultayı (s. 467-472) Erişim Adresi: http://www.ankarabarosu.org.tr/Siteler/2012yayin/2011sonrasikitap/v-saglik-hk-kurultayi-web.pdf


Hakeri, H. (2014). Kadavradan Organ Nakli ve Hukuki Sorunlar, V. Sağlık Hukuku Kurultayı (s. 189-206) Erişim Adresi: http://www.ankarabarosu.org.tr/Siteler/2012yayin/2011sonrasikitap/v-saglik-hk-kurultayi-web.pdf


Tıp Etiği ve Tıp Hukuku Derneği Erişim Adresi: https://www.medimagazin.com.tr/assoc/tr-tip-etigi-ve-hukuku-dernegi-74-0-38.html


Tıp Hukuku Derneği Erişim Adresi: http://www.tiphukuku.org.tr/


Uyanık, A. (2015, Eylül, Ekim, Kasım). Sağlık Turizmi Hukuku. SD (Sağlık Düşüncesi ve Tıp Kültürü) Dergisi, 36, 88-91


Yördem, D . (2019). HEKİMİN HATALI TIBBİ UYGULAMAYA BAĞLI HUKUKİ SORUMLULUĞU Legal Responsibility of Physician due to Improper Medical Practice . Türkiye Adalet Akademisi Dergisi , (39) , 129-156 .



[1] AKİPEK ÖCAL Ş., ÖZENBAŞ BOYDAĞ N., AVCI M. Sağlık Hukuku, Eskişehir, 2019 Erişim Adresi: https://ets.anadolu.edu.tr/storage/nfs/HUK120U/ebook/HUK120U-16V1S1-8-0-1-SV1-ebook.pdf [2] AKİPEK ÖCAL Ş., ÖZENBAŞ BOYDAĞ N., AVCI M., 2019 [3] Aşıcıoğlu F., DEMİRCAN Y.T. Sağlık Hukuku, Auzef, İstanbul,2015 Erişim Adresi: http://auzefkitap.istanbul.edu.tr/kitap/saglikkurumlariisletmeciligi_ao/saglikhukukumevzuati.pdf [4] Aşıcıoğlu F., DEMİRCAN Y.T., 2015 [5] Aşıcıoğlu F., DEMİRCAN Y.T., 2015 [6] Aşıcıoğlu F., DEMİRCAN Y.T., 2015 [7] Yördem, D . (2019). HEKİMİN HATALI TIBBİ UYGULAMAYA BAĞLI HUKUKİ SORUMLULUĞU Legal Responsibility of Physician due to Improper Medical Practice . Türkiye Adalet Akademisi Dergisi , (39) , 129-156 . [8] Yördem, D . (2019). [9] Yördem, D . (2019). [10] Yördem, D . (2019). [11] Çakır K., (2019). Hekimin Cezai Sorumluluğu, Sağlık Hukukunda Güncel Sorunlar No: 1- Sorumluluk Sempozyum Özet Bildiri, Marmara Üniversitesi, İstanbul Erişim Adresi: https://www.researchgate.net/publication/334731675_Saglik_Hukukunda_Guncel_Sorunlar_No_1-Sorumluluk_Sempozyum_Ozet_Bildiri_Kitabi [12] Çakır K., (2019). [13] Çakır K., (2019). [14] Çakır K., (2019). [15] Adli Bilimciler Derneği Erişim Adresi: https://www.adlibilimciler.org.tr/hakkimizda [16] Tıp Hukuku Derneği Erişim Adresi: http://www.tiphukuku.org.tr/ [17] ATUD Erişim Adresi: https://www.atud.org.tr/portfolio-items/hakkimizda/ [18] Tıp Etiği ve Tıp Hukuku Derneği Erişim Adresi: https://www.medimagazin.com.tr/assoc/tr-tip-etigi-ve-hukuku-dernegi-74-0-38.html [19] Hakeri, H. (2014). Kadavradan Organ Nakli ve Hukuki Sorunlar, V. Sağlık Hukuku Kurultayı (s. 189-206) Erişim Adresi: http://www.ankarabarosu.org.tr/Siteler/2012yayin/2011sonrasikitap/v-saglik-hk-kurultayi-web.pdf [20] Hakeri, H. (2014). [21] Hakeri, H. (2014). [22] Hakeri, H. (2014). [23] Hakeri, H. (2014). [24] Hakeri, H. (2014). [25] Hakeri, H. (2014). [26] Hakeri, H. (2014). [27] Hakeri, H. (2014). [28] Hakeri, H. (2014). [29] GÜLASLAN AKSOY P. (2014) Genetik Bilgilerin Ticarileştirilmesi, V. Sağlık Hukuku Kurultayı (s. 467-472) Erişim Adresi: http://www.ankarabarosu.org.tr/Siteler/2012yayin/2011sonrasikitap/v-saglik-hk-kurultayi-web.pdf [30] GÜLASLAN AKSOY P. (2014) [31] GÜLASLAN AKSOY P. (2014) [32] GÜLASLAN AKSOY P. (2014) [33] GÜLASLAN AKSOY P. (2014) [34] GÜLASLAN AKSOY P. (2014) [35] GÜLASLAN AKSOY P. (2014) [36] GÜLASLAN AKSOY P. (2014) [37] GÜLASLAN AKSOY P. (2014) [38] Uyanık, A. (2015, Eylül, Ekim, Kasım). Sağlık Turizmi Hukuku. SD (Sağlık Düşüncesi ve Tıp Kültürü) Dergisi, 36, 88-91 [39] Uyanık, A. (2015) [40] Uyanık, A. (2015) [41] Uyanık, A. (2015) [42] Güvercin CH. Tıpta yapay zekâ ve etik. Ekmekci PE, editör. Yapay Zekâ ve Tıp Etiği. 1. Baskı. Ankara: Türkiye Klinikleri; 2020. p.7-13. [43] Güvercin CH. (2020). [44] Güvercin CH. (2020) [45] Güvercin CH. (2020) [46] Güvercin CH. (2020).

3 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


Yazı: Blog2_Post
bottom of page